Site icon İsnetus

İsnetus’ta İbadetlerin Önemi

diyalektik

İbadet, ubudiyet her varlığın yaratılış istikametinde davranması ve fiiller ortaya koymasıdır. Bunu aksi terk-i vazife ve ihmaldir ve cezayı gerektirir. her mahluk kendi vazifesini ister istemez yapar bu onların ibadetidir.

İbadetler Allah’a yaranmak için değil insandaki birtakım özelliklerin kuvveden fiile çıkması için vardırlar. 

Allah kendisine tapılmasını istememektedir. Bu kişinin kafasında, kendi uydurduğu imajiner bir tanrının istekleridir. İbadet adı verilen uygulamalar, kendindeki bir takım özellikleri açığa çıkarmak ve ölüm sonrası hayatın tamamen kendine bağlı olduğu ruha, üstün özellikler ve kabiliyetler kazandırmak için icra edilir. Tıpkı vücud geliştirme gibi…

Nasıl ki bedeni geliştirmek için, işin ustasına başvurmak ve -gelişi güzel değil- belli bir programa göre çalışmak gerekir, aynı şekilde manevi ustalardan ruhun egzersizleri ve çalışma usulü öğrenilip aynen tatbik etmek icap eder. Çalışmaksızın sadece temennilerle vücud gelişmeyeceği gibi ruh da gelişmez…

Bu sebeple o sahanın üstatları olan peygamber ve evliyaların verdiği çalışma programı aynen tatbik edilir. Ekleme çıkarma, değiştirme yapılmaz. Bu zatlar o programları uygulayarak ruhi manada “herkül” olmuşlardır.

Hakikat ehline rabtolmadan yapılan tüm ibadetler ise sonuçsuz kalır; çünkü onsuz hakka yönelmek imkansızdır. Yöneldiğini iddia edenlerinki sadece zan ve akıl oyunlarıdır.

Allah’ın istediği ubudiyet/kulluktur ki zaten her mahlûk istese de istemese de bu iş üzeredir. Her varlığın yaratılış gayesi, fıtratı üzere davranması onun ibadetidir. Mesela, kedinin kedi gibi, kuşun kuş vs… gibi yaşaması ve programları doğrultusunda fiil ortaya koymaları hep onların ibadetleridir.

İnsanların bütün diğer canlılardan farkı ekstradan bir irade ve seçme hakkına sahip olmasıdır.

İrade noktasında sadece insanoğluna bir muhtariyet/özgürlük tanınmıştır. kendi tercihini kullanarak görevini ihmal edebilir. Mesela köpeğe sakın ot yeme yoksa azaba uğrarsın diye uyarmaya gerek yoktur çünkü zaten yemez. Ama insan öyle değildir seçme hakkını çok ters bir şekilde kullanabilir bu sebeple ikaz edilmelidir.

Faraza köpek ot yiyip sonrada kıvranmaya başlasa yaşadığı cehennem azabının sorumlusu sadece kendisidir. Dışarda sorumlu aramak anlamsızdır. Aynı şekilde insan akıl ve seçme hakkı sebebiyle en çok ikaza muhtaç varlıktır. Yanlış seçimleri sebebiyle azaba uğrarsa sorumlusu sadece kendisidir üstelik uyarıcılar da gelmiş ve ona eğriyi doğruyu anlatmışlardı. Bu yüzden “cehennemde ateş yoktur herkes ateşini kendi götürür” denmiştir…

Peki insanoğlunun yaratılış gayesi nedir?

Allah, kainatı insan, insanı ise kendini tanıması için yaratmıştır. Ölçü budur…

Kainat, Allah’ın bir eseridir, açılmış bir Kuran’dır. Bizden onu “oku”mamız istenmektedir. Onu okuyabilirsek Allah’ın ilahi isimlerini idrak edecek ve onu bir ölçüde tanımış olacağız. Tıpkı bir resme bakarak ressam hakkında yorumlar yapmak gibi… Mesela, resimde güzellikler, estetik unsurlar görürsek ressamın estetik duygusunun gelişmiş olduğuna hükmederiz yani, ya latîf, ya cemîl…

Resimde ilim ve hikmet unsurları görürsek, ressamın bunlardan anladığına yorarız yani, ya alîm, ya hakîm…vs…

Dolayısıyla insandaki potansiyel, ancak ibadet yani yaratılış amacı doğrultusunda davranması şartıyla açığa çıkar. Muazzam bir sanatkâr düşünün, bir eser ortaya koymuş ama o eseri anlayacak incelikte insan yok.

Nihayet bir kaç insan çıkıyor(peygamberler) ve eseri takdir ediyor. Diğer gafil insanlara da sanat dersi verip onları kabalıktan kurtarıyorlar. İşte bu muazzam sanatkâr öncelikle o öğretmenlere sonra da onlardan ders alıp kendilerini geliştirmiş insanlara değer verir. İnce işlemeli eserleri sobada odun niyetine kullananlara neden değer versin?

O halde ey insan bilmiyorsan bilenden “oku“mayı öğren. Zira sen bunun için varsın. Peygamber bile okumayı Cebrail’den öğrendi. Sonra da öğrendiğini insanlara talim etti.

Peygamberlerin ortaya koydukları bütün bilgiler insanları “okur” yapmaya dairdir.

Size bir hatıramı anlatayım. Bir zamanlar, Mektubat-ı Rabbani’yi okuyorum.  Şöyle bir şeye denk geldim. “peygamberler olağanüstü haller gösterebilmek için riyazet (uzun süre aç kalmak) yaparlar çünkü olağanüstü haller gösterebilmenin anahtarı açlıktır ve peygamberliğin gereklerinden biri de mucizeler gösterebilmektir” diyordu. Ufak bir sarsıntı geçirdim.

Çünkü bana göre peygamberler Allah’ın sevgili kuluydu ve bir şeylere ihtiyacı olduğu zaman ellerini kaldırır Allah’tan isterdi, Allah da o sevgili kullarını kırmaz, istediklerini hemen verirdi. Uzun süre bu bilgi kafamı kurcaladı ve yıllar içinde yavaş yavaş anlamaya başladım.

 Meğerse çok yanlış düşünüyormuşum. Dışarda öyle emre amade bir tanrı yokmuş. Sadece işleyen bir düzen ve onun kuralları varmış. Gerek maddi gerekse ruhi bu kuralları çözmek ve ona uygun davranmakla başarı elde edebilirmişiz.

Din, en öz manada dünya görüşü ve benimsenmiş paradigma demektir. Bir dünya görüşü veya paradigma evrensel düzenin kurallarına yakınsadığı ölçüde islamidir. İslam, teslim demektir. Teslimden kasıt da evrensel düzen ile senkronize olmaktır.

İbadetler bilincimizi dönüştüren ve bizde şuur sıçramalarını kolaylaştıran pratiklerdir. Şuur, zıtları ayıklaya ayıklaya; antitezleri bertaraf ede ede; diyalektik olarak işleyen bir sürecin sonunda evrensel düzene tam uyum haline geçer. Bahsedilen uygulamalar olmadan diyalektiği işletmek ve şuurun yükselişini sağlamak mümkün değildir.

Bir kimse dünya görüşünün bir gereği ve uzantısı olarak ibadet ediyorsa, az veya çok ama mutlaka belirli sonuçlar alacaktır. Ancak farklı bir dünya görüşünün mensubu, takliden ibadet denilen uygulamaları icra ederse herhangi bir sonuç elde etmesi kesinlikle mümkün olmaz.

Özün özü halinde Allah bizi kendisini bilmemiz ve tanımamız için yaratmıştır. ibadet dediklerimiz de Allah’ı bilmek için yaptığımız çalışmalardan ibarettir. şu koskoca kainat dahi yine bunun için var edilmiştir. amaç insanın eserden müessire yükselmesini sağlamaktır.

Exit mobile version