En İhtiyacın Olduğunda Yalnız Bırakılmak
Elbette en ihtiyacın olduğun anda herkes senden yüz çevirecek ve kendini yapayalnız bulacaksın.
buna müstehaksın.
zira evrende işleyen düzen, suç işleyeni işlediği suçla orantılı olarak cezalandırmaktadır.
sen tevhid ilkesini çiğnediğin için cezaya çarptırılman kaçınılmaz oldu.
tasavvuf ehlinin en büyüklerinden olan ve tevhid ehlinin kutup yıldızı abdülkadir geylani hazretleri, “kendi gibi bir yaratılmışa güvenen melundur(lanetlidir, kovulmuştur)” der.
insanlar olarak vazifemiz kullara değil, ancak allah’a güvenmek ve dayanmaktır; çünkü her iş zaten onun emri ve izni ile halledilir. kulların aracı olmaktan öte bir rolleri ve güçleri yoktur.
mesela sen şifayı hekimden beklersen, hekimi firavun mertebesine koymuş, kendini de firavunun kulu seviyesine düşürmüş olursun. oysa allah şifa vermek dilemediyse, hangi hekime gidersen git, illa bir şeyler ters gidecek ve senin şifa bulman mümkün olmayacaktır. allah senin şifa bulmanı dilediği anda da tıpkı lego gibi taşlar yerine oturacak, senin ehil olan bir hekime başvurman nasip olacak ve o da doğru teşhisi koyup, doğru bir tedavi ile senin şifa bulmana vesile olacaktır.
diğer yandan, ülkemizde yaşanan hekimlere saldırı olayları da yine bu çarpık görüş yüzünden gerçekleşmektedir. eğer halk hekimin elinde bir şey olmadığını bilse ve şifayı allah’tan bekleme şuurunda olsaydı, o vahim olaylar yaşanmazdı. hekimlerin suçu da kendilerine atfedilen firavunluk makamını kabul etmeleridir. dolayısıyla cezayı kendi elleri ile üzerlerine celp etmişlerdir. eğer hekimler halka, “şifa bizim elimizde değildir. şifayı ancak allah verir. biz sadece o dilemişse şifaya aracı oluruz” deselerdi cezayı üzerlerine çekmezler, hatta maddi ve manevi büyük yükseliş yaşarlardı.
rızık için de sair tüm beşeri olaylar için de tevhid ilkesi aynen geçerlidir. allah dilemediği sürece hiç kimse bize ne fayda verebilir ne de zarar eriştirebilir. allah dilediği anda da onlar bize ulaşan zararın veya faydanın aracısı olurlar. zira tüm varlıklar hakkın elinde birer enstrümandırlar. tüm fiil hakka aittir. yapıp eden ancak o’dur(lâ havle ve lâ guvvete illâ billâh).
öyleyse bir iş için zâhirde insanlara başvururken, içimizden de yalnızca hakka başvuralım; iç dünyamızda yalnızca allah’tan bekleyelim. zâhirdeki kula başvuru, dış boyutun hakkı iken diğeri de iç boyutun hakkıdır. eğer kimi ham müslümanlar gibi, “ben kula başvurmam, sadece allah’a başvururum” der ve zâhirin hakkını yerine getirmekten kaçınırsak, suç işlemiş oluruz. zira allah o zâhirdeki aracıları boşuna yaratmamıştır. hikmet-i ilahiye öyle gerektirmiştir.
sonuç: kim ki bir olan allah’a güvenip dayanmazsa, binlerce puta dayanmak zorunda kalır. ancak o putların hepsi de ondan yüz çevirirler ve çekip giderler ve onu yüz üstü bırakırlar.