Nasrettin Hoca
Nasrettin hoca ölüm döşeğindedir.
karısına der ki: “hanım, iyice süslen, güzel kokular sür, güzel elbiseni giy, otur yanıma”. karısı şaşırır: “hoca delirdin mi? sen bu haldeyken ben nasıl öyle bir şey yapayım?”
hoca cevap verir: “iyi ya işte! azrail geldiğinde belki beğenip benim yerime seni alır”
…
şimdi bu fıkrada ne görüyoruz?
ölüm döşeğinde bile huyundan vazgeçmeyen ve espri yapan hoca, değil mi?
halbuki iş başka…
aslında hoca, mevlana’nın ölüm döşeğindeyken söylediğinin aynısını söylüyor; ancak kendi meşrebinden söylüyor…düğün(vuslat) gecem geldi çattı diyor…
peki o hikmeti niçin açık açık söylemiyor da espri perdesinde saklıyor?
çünkü hoca çok iyi bilmektedir ki, ilgili idrak mertebesine gelmemiş olana, o mertebenin irfan bilgilerini anlatmak nafiledir. ne kadar anlatırsanız anlatın, o şahıs bir şey anlamayacaktır ve siz yalnızca yorulduğunuzla kalırsınız.
bilinç olarak ilgili mertebeye çıkmış olan kişiye ise en küçük bir söz, işaret hatta ima bile yeterli gelmektedir. eskiler bu inceliği, “anlayana sivrisine saz, anlamayana davul zurna az” sözü ile dile getirmişlerdir.
hocanın değişik bir meşrepte ama evliyadan bir zat olduğu çok açıktır. hem çevreye sürekli hikmetler saçmakta; hem de onları, avamın sığ idrakına yük olmaması için, espiritüel şekilde zarflamaktadır.
neticede, o espiritüel kılıf avamı yormadan hikmetlerin taşıyıcılığı görevinde istihdam etmektedir. böylece hikmetler yayılmakta ve ilgilisine ve anlayanına kolayca ulaşmaktadır.
nasrettin hocanın bir taşla kaç kuş vurduğu belli bile değildir…