Ben Batanları Sevmem
Evet dostlar ben bu duygunun istilasından kendimi kurtaramıyorum artık.
şimdiye kadar nice güzel yemekler yedik değil mi?
peki nerede şimdi onlar?
eş dost ahbap ile nice güzel sohbetler ettik,
nice hoş anlar yaşadık, denize tatile gittik,
hepsi an itibariyle yok hükmündeler. farkındasınız değil mi?
böyle elimden kum gibi kayıp giden ve yokluğa karışan şeylere itibar edemiyorum ben artık. abes bir gayret gibi geliyor.
ben öyle bir şeyi isteyeyim, onun için çalışayım gayret edeyim ki, elde ettiğimde ebediyen benimle kalsın. gidecekse ne anlamı var ki onu elde etmenin?
hepimizin şuurunun karanlık ve ilkel bir yönü var. işte o karanlık yön, tam manasıyla ahmak olduğu için öyle sabun köpüğü cinsinden gel-geç şeylere tenezzül ediyor. ancak şuurumuzun aydınlık yüzünü, afrika yerlilerini incik boncukla kandırır gibi kandırmak elbette mümkün değil. aydınlık yüz ebedi olandan başkasıyla kanma hissine ulaşmıyor ve kendisine sunulan her sahteliğe karşı “ben batanları sevmem” diyor.
dün yediğimiz leziz yemek artık yok; ama dün öğrendiğimiz ilim şu an bizimle beraber. ilim, bırakın zamana yenik düşmeyi, her geçen gün logaritmik bir şekilde artan özelliğe sahip.
ilmin de özü olan hikmet ve marifetin(marifet= allah’ı bilmek) ise çok daha muazzam bir özelliği var. onlar ebedi olarak bizimleler ve öte alemde bize cennetler şeklinde belirecekler. zira hikmet ve marifet, cennetin özü ve öncülü hükmündeler.