Yeri geldiğinde yapmaktan kaçınmadığım eylemdir. fedakarlık yapılacak yer var, yapılmayacak yer var; bunları iyi ayırt etmek gerekir.
bundan 3-5 sene önce babamı gata’ya yatırdık. ameliyat olacak. ben de refakatçiyim. kaldığı odada bir hasta taburcu oldu ve yatak boşaldı. 2-3 gün boyunca uyumadığım için sersem durumdayım ve o yatağa yatmayı düşündüm; aynı anda odadaki başka hastanın refakatçisi de yatağa yöneldi. ben yatağa ondan daha yakınım; istesem önce davranıp kendimi derin uykunun dinlendirici kollarına bırakabilirdim; ama yapmadım. diğer refakatçinin yatmasına izin verdim.
eğer orada kendi rahatımı düşünseydim belki bedenimi dinlendirecektim ama geri kalan tüm ömrüm boyunca elemi içime kalacaktı. bir ömür boyu kanayacak bir yara ve pişmanlık sahibi olacaktım. bunu göze alamadım ve bedensel acıyı tercih ettim. nitekim o o bedensel acı tarih oldu. ben de şu anda o yaptığım tercihin gönül ferahlığını yaşıyorum. bu ferahlık tüm ömrüm boyunca sürecek. kopardıkça yerine gelen cennet meyvesi işte bu oluyor.
pek çok insan tanrı diye aksakallı bir varlık olduğunu ve onun emirlerini çiğnediğimiz için kızıp bizi cehenneme attığını düşünüyor. yine pek çok kişi de kendi yediği haltları, başkalarının yedikleri haltlar daha vahim diye, meşrulaştırmaya çalışıyor. bunların hepsi boş iş.
şu dünyada bilinç bedenimizi yaşadığımız hayat ile, tercihlerimiz ile, kendi ellerimizle inşa ediyoruz. o bilinç bedenimiz, öldükten sonra yaşadığımız ortamı belirliyor. tanrı(!) kimseyi cennete veya cehenneme göndermiyor. biz kendi ayaklarımızla oralara tıpış tıpış yürüyoruz.
peygamberler de basitçe bize hangi fiillerin sonucu ne olur, onu anlatmışlar. evrensel düzeni ve kurallarını beyan etmişler. onlara kulak verirsen kendine, vermezsen yine kendine.