Bir arkadaşımız yaşadığımız felakete dair değerlendirmesini göndermiş. faydalı olacağını düşünerek yayınlıyorum:
“depremzedeler, yaşadıkları olağanüstü halin bir gereği olarak, o büyük celalde allah’a sığınıp iltica ettikleri için kalplerine sekinet iniyor. böylece sakin ve huzurlu kalabiliyorlar. o felaket içinde dahi “yarın ne yerim, ne içerim, ne giyerim” diye düşünmüyorlar. hırs gösterip fazladan yemek kıyafet talebinde dahi bulunmuyorlar; “ihtiyacım yok” diyorlar.
depremi dışardan izleyenlerin ise durumu çok farklı oluyor. onlar ölümü ancak biri öldüğünde hatırladıklarından, haberleri izleyince ölümle sürekli gayri ihtiyari rabıta kurmuş oluyorlar ve bunalıma ve ağır depresyona giriyorlar(tasavvufta ölüm rabıtası belirli aşamaları geçenlere veriliyor mesela. böylece hakka teslimiyetleri sağlanıyor. allah’a iltica şuuru içinde olanlarda depresyon, bunalım, kaygı olmuyor).
ama teslimiyet şuurundan uzak olup dışardan izleyenlere ise ölüm çok ağır geliyor. bu adeta hud a.s.’in yere çizdiği korunma dairesi gibi.
felaket, imanlı olanın imanını artırıyor ve onu namaza ibadete yöneltiyor. onun için musibet(celal tecellisi) hafif bir esinti hükmüne giriyor; ama imanı olmayanlar ve iç alemi fitne ateşi ile dolu olanlara ağır bir kasırga gibi geliyor; onların da yalnızca fitnesini arttırıyor. böylece birer siyasi yağmacıya dönüşüp ortalığa içlerindeki fitne ateşini salmaya çalışıyorlar”.