Vahdet-i Vücut - Vahdet-i Şuhud- Nübüvvet KemalatıAydınlık vs. KaranlıkBoyutsal KatmanlarGölge vs. AsılPeygamberlerSpritüalizmTasavvuf (Seyr-i Süluk)

Vahdet-i Vücud Neden Yanlıştır

Madde alemini görüyorsunuz…koskoca kainat gözümüzün önündedir…

işte bu madde aleminin bir kademe arkasında enerji boyutu vardır. enerji boyutunu ayrıca bir katman olarak değil de, maddeyi de içinde almış ancak onu da aşan bir yapı olarak görmek icap eder; dalgalar ve köpükler halinde kısmen katılaşmış kısımları da olan deniz gibi…

enerji boyutu itibariyle baktığımızda varoluşun tek bir yapı olduğunu görürüz. işin garip tarafı bu tek yapılı enerji denizinin bir de bilincinin olmasıdır. esasen varlıkta hiçbir şey bilinçsiz değildir. hatta taşın bile kendine göre bir bilinci vardır. evet insana göre ihmal edilebilecek seviyede bir bilinçtir bu; ama yine de vardır.

insan da dahil tek tek her varlığın yerel bilinçlerini de içine alan ve hepsini kapsayan arka plandaki tek ve külli bilinci düşünün…

ancak işler burada bitiyor sanmayınız. zira enerji boyutu, spritüalistlerin ulaşabildiği bir mertebedir.

tasavvuf ehli enerji boyutunu da aşıp onun da özündeki veya iç boyutundaki nur alemine geçiş yapar. peygamber efendimize iman etmemiş olanların nur boyutuna yükselmeleri asla mümkün değildir. tasavvuf ehli nur boyutuna girdikleri zaman, bu nurların ilahi isimlerin nurları olduğunu idrak ederler. ondan sonra bu isimlerin de üstündeki zat nurunu hedeflerler.

aynı zamanda “Allah” esmasının nuru olan siyah zat nuruna ulaştıklarında, o nur içinde erirler ve vahdet-i vücut hali ortaya çıkar. o siyah nurun tüm varlığı en özden kapsamakta olduğunu görürler. kendilerini de hakkın ta kendisi bilirler.

kendi zat nurlarının önce esma nurları şeklinde yoğunlaştığını(ışığın kırılıp yedi renge ayrılması misali), sonra enerji, sonra da madde şeklinde katılaşıp evreni oluşturduğunu görürler. tüm varoluşu kendilerinin çekip çevirdiğini ve yönettiğini müşahade ederler.

bu görüşleri sebebiyle diğer insanları asla hor görmezler, zira onların dahi özünün hak olduğunu, onların sadece bu gerçekten perdeli olduğunu söylerler. bu mertebeye gelmiş zatlara evliya denir ve olağanüstü haller göstermek onlar için çocuk oyuncağıdır. ancak ezeli kader bilgisi limitlerini aşan gelişigüzel olağanüstü haller göstermeleri söz konusu olmaz. eğer kaderde yazılı değilse keramet göstermezler. bu hikmet-i ilahiyenin sınırlarıdır.

enerji boyutunda erimiş ve birliği bulmuş olan spritüalistler de suyunun suyu halinde çok düşük seviyeden de olsa evliyaya benzer haller yaşarlar. zira enerji boyutu, nur boyutunun gölgesidir. ancak iman sahibi olmadıkları için bunlar ebediyen enerji/nar/ateş boyutunda yani cehennemde kalmaya mahkumdurlar. bu nedenle sahip oldukları bir kısım olağanüstü haller aslında kendi aleyhlerine olmaktadır. zira onlara güvenip hakikat ve kemal üzere olduklarını zanneder ve enerji boyutunda çakılıp kalırlar. uzakdoğu mistikleri, eski mısır rahipleri ve firavunlar, masonlar vb. ve nihayet ahir zamanda gelecek olan deccal lakablı şahıs hep enerji boyutunun ustalarıdır. bunların da yüksek rütbelilerinin kendilerini tanrı bilmesi söz konusudur. hatta bazılarının kalbine de, yine suyunun suyunun suyu halinde, tanrının kelamı düşer. tanrı ile konuştuklarını düşünürler. bunlar hep çok ilkel ve parazitli bir radyo ile havadaki elektromanyetik dalgaları, sözleri kapmak neviindendir. hepsi aleyhlerine olur. ateşleri harlanır. hatta eski alkolik george bush’un bile tanrı ile konuştuğu söylenmektedir.

şimdi asıl meselemize gelelim: vahdet-i vücud niçin yanlıştır?

yanlıştır çünkü evrenin veya kendimizin özünde bulunan zat ve esma mertebeleri “asıl” değildir; onlar sadece aslının gölgesidir. allah evreni ve insanı kendi zatını ve isimlerini bir ölçüde tanıtmak ve ortaya koymak için yaratmıştır. ancak ne evren ne de insan kesinlikle, özleri itibariyle de olsa, allah’ın zatı değildir. allah tüm bunlardan çok çok ötedir. o’nu tenzih ederiz.

tasavvuf ehlinin yolu ve kemali işte budur; yani vahdet-i vücut mertebesidir. seyr-i süluk adı verdikleri bir içsel seyahatle evrenin ve kendilerinin özüne ulaşırlar. orayı da en yüksek mertebe bilirler. oysa peygamber efendimizin ve sahabenin gölge ile hiç işi olmamıştır. onlar doğrudan gölgenin ötesinde “asıl” mertebelerinde ilerlemişlerdir.

tasavvuf tarihinde ilk defa bize bu gerçekleri açıklayan imam-ı rabbani hazretleri olmuştur. ancak klasik tasavvuf ehli asla onu anlayamamış ve değerini bilememiştir. zira kendi kemalleri ile tatmin olmuş durumdadırlar. imam-ı rabbani hazretleri, tasavvuf yolunu aştıktan sonra sahabenin yoluna girmiş ve bize de o yolu tarif etmiştir.

belki bu noktada şu soru aklınıza gelecektir: “niçin gölge yolu ile uğraşıyoruz, direkt sahabenin “asıl” yolundan gitsek olmuyor mu?”

evet sahabe asıl yolunda gitmişti ama onları bir anda oraya yükselten peygamber efendimizden aldıkları nur yansıması idi. bu yol artık kapalıdır. devlerin yolundan bugünkü cücelerin gitmesi ise söz konusu olamaz. cüceler o yoldan gitmek isterlerse, şekil ve taklitten öteye geçemezler; tıpkı çocukların oynadıkları evcilik oyunu gibi bir şey ortaya çıkar. “asıl” yoluna girmek için önce gölge yolunu aşıp büyümek ve çocukluktan çıkmak gerekmektedir.

isnetus 08.09.2023 11:22 ~ 12:37

İsnet.us

Bir ekşi sözlük yazarı olan “isnetus”, ağırlıklı olarak tasavvuf, tarih, siyaset bilimi alanlarına ilgi duyar. Ekşi sözlük ve bu blog haricinde başka bir yerde yazmamaktadır; instagram, twitter ve facebook hesabı da yoktur. Ona, isnetus@yahoo.com adresinden ulaşabilirsiniz. Bununla birlikte Ekşi'de paylaştığı bazı yazılarını https://isnetus.wordpress.com/ adlı sitesinde paylaşarak takipçilerinin yorum ve ilgili konu hakkındaki değerlendirmelerini paylaşabildiği ve farklı açılardaki tefekkürlerini sunup fikir alışverişinde bulunabildikleri bir blogu da mevcuttur.

İlgili Makaleler

Bir Yorum

  1. Her şey Lâ’ dan ibaret. Kâinat vücud nurunun zerrelerinin zuhur mahalli. Hep O tek O. Vücud O mevcud O CELLE CELALUHU.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu